14 Kasım 2013 Perşembe

BOZDAĞ- GÖLCÜK, SARD HARABELERİNE GİDİYORUZ


ÖDEMİŞ, BİRGİ

     BOZDAĞ- GÖLCÜK, SARD GEZİSİ

            (26 - 27 EKİM 2013)


Bu hafta sonu sizleri Bozdağ’da bulunan krater gölü Gölcük ile Sard harabelerine götürüyorum. Tabii bu arada yol üzerinde olan Ödemiş, Birgi, Salihli gibi yerlerde de küçük turlar yaoacağız.

Bu geziyi Bodrum Doğa Sporları kulübü düzenledi. Cumartesi sabahı saat 8.00’de Bodrum’dan yola çıktık. Sabah kahvaltısı yapmayanlar için Bafa Gölüne gelmeden önce, çok güzel gözleme yapılan bir yerde mola verdik.
 
 

Daha sonra yolumuzun üzerinde bulunan Ödemiş’te pazara uğradık. Bu günlerde böyle ucuz bir Pazar bulunacağını hiç ummazdım. Bodrum’da elma, ayva vb. meyvelerin kilosu en az 3,5 – 4 lira iken burada pek çok şeyin kilosu 1 lira idi ve de çok taze, çok güzel… Bilseydim Pazar arabamı alır da gelirdim. Ama gene de dayanamadım biraz bir şeyler aldım.
                                                                           BİRGİ
 
 
 
 
 
 
Şimdi sırada Birgi vardı. Birgi de Safranbolu, Beypazarı gibi mimari dokusu bozulmamış, birçok binası restore edilmiş insana huzur veren çok güzel bir beldemiz.


Özellikle gezilmesi, görülmesi gereken yerlerin başında Çakırağa Konağı ile Aydınoğlu Mehmet Bey Camii geliyor. Çakırağa konağı çok güzel korunmuş. Giriş 3 lira, fakat 65 yaş üstü ücretsizdi… Bütün her tarafı çok güzeldi ama özellikle İstanbul ve İzmir odaları çok anlamlı, dikkatli gezilmesi gereken odalardı.
      
 
    
       Ayrıca yol üzerinde el sanatlarının yapıldığı ve elde edilen ürünlerin sergilendiği pek çok yer, Gazi Umur Bey Anıtı, Ümmü Sultan Türbesi ( Sultan Şah Türbesi), hamam gibi pek çok tarihi yapı var.

 


 

GÖLCÜK

Bugünkü son durağımız Gölcük oldu.

 


Adından da anlaşıldığı gibi küçük bir göl, bir krater gölü.  Sonbahar mevsiminde havanın son derece sakin olduğu bir gün. Ağaçların yapraklarının rengi kızıl kahveye dönmüş ve bunların sudaki akisleri muhteşem bir görüntü oluşturmuş. Bunların bende yarattığı duyguyu ne yazdıklarımla, ne de çektiğim fotoğraflarla anlatmam mümkün. Gerçekten mutlaka gelip görülmesi gereken bir yer.

 

 


Pansiyonumuza yerleştikten sonra göl kıyısında gezinmeye çıktık. Akşam yemeğimizi de göl kıyısındaki İskele Restaurantta yedik. Yemekte balık, salata, beyaz peynir, kavun, bir-iki meze ve bir duble rakıdan oluşan menü için kişi başı 25 lira ödedik. Pansiyon için ödediğimiz para da kişi başı 35 lira idi. Fakat yaz mevsimi dışında gelenler için pansiyonu asla önermem. Çünkü hem kaloriferli değiller. Hem de odaya koydukları ısıtıcıyı çalıştırmak için kullanacağımız priz bozuktu. Biz prizi taktıkça sigortalar atıyor,  bütün pansiyonun elektriği kesiliyordu. En sonunda biz de soğukta ve karanlıkta yatmaya karar verdik. Fakat mevsim nedeniyle yataklar da ıslak olduğu için sanırım hayatımın en üşüyerek yattığım, üşümekten bir türlü uyuyamadığım gecesini yaşadım. Halbuki otel de grup için yaklaşık kahvaltı dahil 55-60 lira fiyat veriyormuş. Burada kahvaltı da yoktu.

SARD


Ertesi gün grubumuzun bir bölümü erkenden Bozdağ’a tırmanmak için yola çıktı. Benim de içinde bulunduğum küçük bir grup da Sard Harabelerine gitmek için hareket ettik. Yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra harabelere vardık.
 



 
 Ülkemiz tarihi kültür eserleri açısından ne kadar zengin. Burası da Efes, Milet vb. harabeler gibi görkemli bir kalıntı. Birçok yapı ayakta kalmış. Kültür bakanlığı hem bir şeyler yapıyor, hem de yapmıyor diyeceğim. Bu eserlerin bulunduğu alanların koruma altına alınarak turizme açılması çok güzel, fakat gelin görün ki en ufak bir broşür bastırılmamış, tanıtım plaketlerinin çoğunun üzerindeki yazılar okunmuyor, neyin ne olduğunu anlayamıyorsunuz.

Sard Harabeleri çıkışında buraya kadar gelmişken küçük bir Salihli turu da yapmayı ihmal etmedik.

 


 

Dönüş yolu üzerinde Allahdiyen Köyüne uğrayarak hem türbeyi ziyaret ettik, hem de bir kahve içtik.

 


 Daha sonra gene yol üzerinde kurulu olan Bozdağ pazarını gezdik. Köylüler daha çok yerel ürünler olan ceviz, kestane, kendi yaptıkları reçel, salça, tarhana gibi şeyler satıyorlardı. Ben de nar ekşisi aldım.

 

  Bozdağ’dan geçerken tırmanıştan dönen arkadaşlarımızı da alarak Gölcük’e döndük.
  Pazar günü Gölcük’ün de pazarı kuruluyormuş, orası da daha çok yerel ürünlerin satıldığı bir pazar yeri. Bu pazardan da ceviz aldım. Bu yerel pazarlarda dikkatimi çeken nokta pek öyle sebze, meyve gibi şeyler satılmaması oldu.



 Saat 3.00 sularında otobüsümüze bindik, yaklaşık 3,5 saat süren bir yolculuğun sonunda Bodrum’a döndük.

Sonsöz olarak Ödemiş’in özellikle pazarına,
Birgi, Gölcük ve Sard Harabeleri’ne mutlaka gidilip görülmesini herkese öneririm.

 

24 Ekim 2013 Perşembe

EYLÜL SONUNDA SYMİ ADASINA GİTTİK


Birkaç yıl önce Kos adasından Rodos adasına giderken yolcu indirmek için gemimiz Symi adasına uğradığında adaya bayılmıştım ve ilk fırsatta buraya gelmeyi kafama koymuştum.

 


 

Kısmet bu yılmış. 26 Eylül 2013’te bir arkadaşımla birlikte yola çıktık. Buraya gelmeden önce internette booking.com adresinden bakarak kalacağımız yer olarak Anastasia otelini belirledik ve rezervasyonumuzu yaptık. Bodrum’dan Kos (Istanköy) adasına gidiş dönüş 25 €, Symi’ye de gene gidiş dönüş olarak 45€ bilet parası ödedik. Otelimiz ise şansımıza çok ucuzdu. İki kişi, iki gece için 70 € ödedik. Yalnız otel ödemelerde kredi kartı kabul etmiyor. Otelimizin yeri çok çok güzeldi. Hemen gemiden indiğimiz yerin karşısında, yaklaşık kırk basamakla çıkarak otele vardık. Fakat otel yönetiminde hiçbir dil konuşmayan, suratsız bir hanım vardı. Sanırım otelin sahibiydi. Hiçbir şekilde bir bavulumu taşımak için bile yardımcı olmadı (Geçen yıl iki kez üst üste bel fıtığı ameliyatı olduğum için bu yardım benim için gerekliydi.). Yalnız odalar temiz, geminin kalkacağı yere ve merkeze çok yakın, ayrıca çok da ucuz olduğu için aldırmadık.



Kos adasından saat 16.00’da kalkan gemimiz yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra Symi’ye yanaştı. Otelimize yerleştikten sonra hemen gezmeye çıktık. Sahil kesimini yürümek ortalama bir hızla yaklaşık bir saat bile sürmüyor. Sahilde hediyelik eşya dükkanları, restaurantlar ve kafeler var. Ada dağlık bir yapıya sahip olduğundan evler, oteller yamaçlar üzerinde; çoğu yere merdivenle çıkılıyor, araba yolu bile yok.

 

İkinci gün sabah kahvaltıdan sonra 50 € vererek bir araba kiraladık. Sürücümüz George Petridis (Tel.: 6974 623 492)  hem İngilizce biliyor hem de iyi bir insandı. Yolda pek çok yerde durarak bize güzel resimler alacağımız yerleri gösterdi, fotoğraf çekmemize olanak sağladı, hem de anlattı. Çünkü daha önce konuştuğumuz sürücüler de hemen hemen oteldeki hanım gibi suratsızdı. Araba ile önce adanın arkasındaki Panormitis manastırına gittik. Gittiğimiz yol çok dönemeçliydi. Yol açmak için kayalar dinamitle parçalanmıştı, bizler iki tarafı parçalanmış dik duvarlı bir kaya yolun arasından geçerek Panormitis’e gittik.

 



Manastırın bulunduğu koyun görüntüsü ve yapıların mimarisi çok çok güzeldi. Burası gemicilerin hac mekanı olarak kabul edilirmiş. Manastırda bir kilisenin yanı sıra gemicilerin eşyalarının sergilendiği bir müze ve eski eşyaların sergilendiği bir müze olmak üzere çok güzel iki müze vardı. Müzelerin ikisine birden kişi başı 1,5€ verdik. Buraya otobüsle değil de arabayla geldiğimiz için kalabalık olmadan rahat rahat gezme olanağı bulduk.

 
 
 

 Arabayla ikinci olarak Pedi plajına gittik. Burası merkeze yakın sakin bir plajdı. Belki eylül ayında olduğumuz için pek fazla denize giren yoktu.

 
 

Günlük turumuzun son durağı 375 basamakla çıkılan Chorio tepesi oldu. Dar sokaklar, geniş basamaklarla önce müzeye ulaştık fakat ne yazık ki kapalıydı. Daha sonra Megali Panaghia kilisesine geldik. Kilise güzeldi fakat ne yazık ki her sorduğumuza homurdanarak yanıt veren bir papazı vardı. Bence bu kadar yolu çıkarak bu tepeye geldiğimize değmedi. Çünkü merkezde de çok güzel kiliseler var.

  

Daha sonra merdivenlerle belli bir yere indikten sonra bir otobüse binerek merkeze geldik ve bir cafede oturarak bir şeyler atıştırdık.



Adada hiçbir şey Türkiye’dekilerden daha güzel değil. Kendilerine ait hiç bir üretimleri yok. Tüm yaşamlarını turizme bağlamışlar.
 


 
Akşam yemeğini birçok kişinin yaptığı gibi Manos ya da Mytios’ta değil Pantelis’te yedik. Yaklaşık ilk iki restaurantta ödeyeceğimiz paranın üçte ikisi kadar bir ödeme yaptık. Baktığım kadarıyla hem konum olarak, hem de sunulanlar olarak pek farklı bir hizmet olduğunu sanmıyorum. Symi karidesi adanın en özel, en önemli yenmesi önerilen yemek türü.



 
Yemekten önce ve sonra gene adada bir tur yaptığımızda bir gece önce girdiğimiz yerlere tekrar girip çıktık. Yani bir üçüncü gece burada kalırsak yapacağımız hiçbir şey kalmadığı için 28 Eylül sabahı kahvaltıdan sonra gemiye binerek önce Kos’a sonra’da Bodrum’a döndük.

 



 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Adadan bazı görüntüler:
 
 





 
 


       






 


 
 
Bu gezimiz de böylece bitti. Adaya geldiğim için çok mutlu oldum. Mevsim itibariyle de sakin bir dönem olduğu için çok dinlendirici, huzurlu bir gezi oldu. Gelmek isteyenlerin adanın bu özelliğini göz önünde bulundurmaları, çok farklı beklentiler içinde olmamaları gerekir diye düşünüyorum. Bir başka gezimizde buluşmak üzere sağlıklı, keyifli bol gezi dileklerimle iyi günler...
 



 

 

 

 



 

 

 

 



 



 

 

 



 

 

 

     

 

 

 

   

 

 

 

       

16 Ağustos 2013 Cuma

ABHAZYA'YA GİDİYORUZ...

ABHAZYA


Ben Abhazya'ya, 2009 Ağustos ayında on beş gün ve 2011–2012 Kasım ayından Mart ayına kadar olan sürelerde iki kez gittim. Bu çalışmamda sizlere hem ülkeyi tanıtmaya çalışacak, hem de iki gidişim arasında ülkede oluşan değişiklikleri, gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.
 
Abhazya cumhuriyeti Gürcistan’ın kuzeybatısında, Karadeniz’in doğusunda ve Rusya’nın güneyindedir. BM'ye göre hukuken Gürcistan’a bağlı özerk bir cumhuriyettir ama fiiliyatta 1990'ların başındaki savaşın ardından 26 ağustos 2008’de bağımsızlığını ilan etmiş ayrı bir cumhuriyettir. Kendisini şu anda başta Rusya Federasyonu olmak üzere toplam altı ülke tanımıştır. Abhazya 8.600 km²’lik bir alanı kapsar. Yönetim merkezi Sohum’dur. Önemli şehirleri Sohum, Gagra, Gal, Gudauta, Oçamçira, Tukarçal’dır

Ülkeye gitmek için öncelikle ya Abhazya Dışişleri Bakanlığı ile internet üzerinden, ya da İstanbul’daki bürolarından vize almak gerekiyor.

Abhazya’ya direkt ulaşım en kısa haliyle ancak Rusya’nın Adler Hava alanı üzerinden olmaktadır. 
Adler Havalanı, Rusya federasyonu’nun gayri resmi yazlık başkenti olan Soçi’ye 15 km mesafede.  Abhazya sınırına olan mesafesi de yaklaşık bu kadar… İlk gidişimde eski hava alanını kullanmıştım. Hava alanı son derece ilkel ve görevlilerin davranışları kabaydı. Yeni havaalanı gerçekten çok güzel ve işleyişi çağa yakışır olmuş.
 
 
 

 
 
Hava yolu dışında Türkiye’den gene Soçi’ye deniz yoluyla ulaşım da mümkün.

Ülke sırtını Kafkas Dağlarına verdiği için kuzeyin soğuklarından etkilenmiyor. Yaklaşık bizim Bodrum’la aynı iklim özelliklerine sahip. Kar hemen hemen hiç yağmıyor. Kış aylarında yağmur yağmadığı zamanlarda üzerinize montunuzu giydiğinizde rahatlıkla sahilde oturabiliyorsunuz. Bitki örtüsü de bununla paralel olarak çok çeşitli, tropikal bitkiler var. Örneğin mandalina ülkede çok bol olarak yetiştirilmekte.



 
 
Soçi'den Abhazya'ya giderken yol üzerinde gördüğüm Rusya’daki evlerin damları çok ilginç geldi. Hepsi ayrı bir renkti.


 
 
 
 
 
 
Soçi Havaalanından Sohum’a gitmek için bir taksiyle anlaşıyorsunuz. Benim için Sohum’dan gelen arabaya 100 $ ödedik.

Ülkede para birimi olarak Ruble kullanılmakta. Yanınızda giderken özellikle dolar götürdüğünüz takdirde döviz bürolarında rahatlıkla bozdurabiliyorsunuz.  

     
Şehirde çok güzel tarihi yapı örnekleri var. Ritza oteli çok uzun yıllardan bu yana Sohum’un en     gözde otellerinden biri olmaya devam ediyor.






  
 

Şehrin sembollerinden olan saat kuleli bina
Cumhurbaşkanının günlük çalışma ofisi
  • Rus tiyatrosu
  • Abhazya Merkez Bankası
     

 

 
 

        Tüm kuzey Kafkasyalıların ortak destanı olan Nart destanlarından esinlenilmiş bir figür kentin merkezi bir noktasına resmedilmiş
   
 
 



     
     
     
     
     
     
    Çarlık döneminde Rum bir aileye ait güzel bir yapı.
     
     
     
    Sovyetler birliği döneminde çok sayıda yolcu gemisinin yanaştığı binlerce turistin kullandığı gemi şeklindeki liman binası şimdilerde sessiz ve  de bakımsız.
     
     
     
     
     
    • Bu da Sohum'a Türkiye’den mal getiren bir Türk takası
     
     
     
     

    Ülkedeki anıtlardan bazıları:

     
     
     
      Kentin en merkezi noktasında 1992-1993 savaşında ölen binlerce Abhazyalının anısına dikilmiş anıt.  Anıtta Abhaz isimlerinin yanı sıra Abhazya için savaşırken ölen Ermeni, Rus, Rum ve Yahudi asıllı çok sayıda Abhazyalının da adı var. Putin de Abhazya’ya geldiğinde ilk önce şehitliği ziyaret etti. Halk, gruplar halinde onu bekliyordu.
       
       
     
     
     
      
      1992-1993 yıllarında Abhazlar’ın Gürcistan’a karşı 
      verdikleri bağımsızlık savaşında ölen bir gazetecinin anısına,
       öldüğü noktaya dikilen küçük bir anıt.
     
     
     
     
     
     
     
     
     
    Gürcülerle olan savaşta bu köprüyü kaptırmamak için çok kan dökülmüş, çok şehit verilmiş…
     

     
     
     
     
     
     
     
    Savaşta tahrip olan meclis binası halen yanık vaziyette yaşananların unutulmaması gereken bir anıt olarak bırakılmış.
     
     
         İlk gidişimde Abhazya’da henüz vitrin kültürü yerleşmemiş, çok az sayıda mağazanın vitrini   vardı. Mağaza isimleri de Kiril alfabesiyle yazılı olduğu için pek çok dükkanın ne olduğunu  içeri girmeden anlayamıyordum. Fakat üç yıl sonraki gidişimde şehirde vitrinsiz dükkan kalmamıştı.
     

     
     
     
         
         Abhaz alfabesini geliştiren ünlü yazar
                        Dirmit Gulya’nın heykeli
     
     
     
     
     
     
    Şehirde toplu taşımacılık minibüs ve eskiden bizde de olduğu gibi troleybüsle yapılıyor. Tabii troleybüslerin tepedeki telleri de sık sık sorun yaratıyor…
     
     
          Abhazya’da yakınlarını trafik kazası gibi bir nedenle bir yerde    
          kaybedenlerin o yere o kişinin anısına bir taş dikmeleri ve zaman zaman
           oraya içecek ve yiyecek bırakmaları yaygın bir adet. Burada da bir yol
           kenarına dikilen bu tip bir anı taşına ihtiyacı olan birisinin içmesi için
            konulmuş içkiler görülüyor. (aynı adet Yunanistan’da da vardı…)
     
     
     
     
     
     
     
    İranlı bir tüccara ait çarlık döneminden kalma eski fakat görkemli bir konak.
    Ne yazık ki çok bakımsız bırakılmış…
     

    • Yaşamımda bu kadar yeşil, hem de tropikal bitkilerden soğuk ülke bitkilerine kadar pek çok bitkinin bir arada olduğu bir ülke görmedim. Bu nedenle yeşili gördükçe içimden fotoğraf çekmek geldi…
    •  
     
      Abhaz söylencelerinden birisi de şu… ”Tanrı uluslara topraklarını dağıtırken Abhazlar geç kalmış, gittiklerinde tanrı yer kalmadığını, herkesin toprağını aldığını söylemiş ve sormuş, “siz neden geç kaldınız?” Bunun üzerine giden Abhazlar, bizim bir düğünümüz vardı, biraz eğlenceye daldık, o yüzden gelemedik” demişler. Bu açık sözlülüğü seven tanrı da onlara kendim için ayırdığım bir yer vardı, bari onu da size vereyim.” demiş. Gerçekten bir ülke ancak bu kadar yeşil ve doğal güzelliklere sahip olabilir…
     
     




       
       Sevgili torunumla mutlaka gezilmesi gereken yerlerden birisi olan Sohum Botanik Parkını gezdik.
     



     


      Sohum şehrinin kuş bakışı görünümü   
     
     
              

        Bu binanın balkonlarının her birinin
                            farklı olması ilgimi çekti…  
     
     
     
    Restaurantlarda özellikle Rus mutfağının etkileri görülmekte. Abhaz yemekleri pişiren mekanlar da var. Yerel yemekler yapan bir restorana yemeğe gittik. Mekan güzeldi, fakat işletme sıfırdı… Abhazlar daha henüz müşteri ilişkileri konusunda çok deneyimsiz, yetersizler… Bana biraz Türkiye’nin yirmi-otuz yıl önceki halini hatırlattılar…
    Abhaz mutfağında yer alan lezzetlerden bazılarını şöyle sıralayabilirim: Ekmek yerine kullanılan abısta, abaza peyniri (gerçekten çok güzel), üçgen şeklinde suda haşlanmış bir çeşit peynirli börek olan ahaluj, cevizli sızbal, gene tadını çok beğendiğim bir çeşit hamur işi olan haçapur. Ayrıca ülkede bağcılık gelişmiş, çok güzel şarapları var.
     

    Abhazya’da görülmesi gereken yerler:

     
        
    Afon mağaraları dünyanın en geniş ve derin mağaralarından birisi. Mağarayı gezmek için önce küçük bir trene biniliyor… Mağaradaki sarkıt-dikit ve galerilerden görüntüler...




     
    Karşıda çok görkemli bir şekilde Yeni Afon Manastırı görünüyor
     

     

     


     




    Sohum Botanik Parkı, Pitsunda Kilisesi, Ritsa Gölü ve Milli Parkı (Ben gittiğimde iklim uygun olmadığı için ne yazık ki göremedim.), Gagra Sahil Parkı da gezilebilecek güzel yerlerden birkaçı daha…
     
     
             Daha önce ülkede pek çok maymun yaşıyormuş. Fakat Gürcüler ne yazık ki onları da yok etmişler.  Ancak bilimsel amaçla bakılan maymunlar kalmış. Biz de onları görmeye gittik.
     Hiç bu kadar maymunu bir arada görmemiş, aile yaşamlarını bu kadar yakından izlememiştim.
     

      

    • Ülkede Ruslardan kalma çok orijinal otobüs durakları vardı…
     
     
     
     
      Ülkenin her tarafında inekler başköşede, yolların ortasındaydı…
      Ormanda çok sinek olduğundan yollar da estiği için sinek tutmadığından hepsi yollara serilmişti...   





    Burası da buzdolabı denilen çok hoş bir kafe-restoran…


           
     
     
        Müslümanlar için yapılmış bir mescit…
     
     
     



      Gagra yolundaki bu binayı yapan mimarın hiç çivi kullanmadığı, tahtaları birbirine geçme yoluyla tutturduğu söylendi…
     
     
    •  
     
      Sohum sahilinde 4 kilometrelik bir sahil şeridi var. Burada yürüyüş yapmak için güzel bir düzenleme yapılmış. Ayrıca gelen turistler ve halk
      burada denize giriyor. İnsanlar yağmur yağsa bile denize giriyorlar. Buraya özellikle Rusya’dan çok sayıda turist gelmekte.
               Burası Rusya’nın yazlık dinlenme beldesi. 
            
     
     
     





    Kuşlar ne kadar keyifli uçuyor, görüntüler muhteşem...



     
     
     
    • Opera binası ve önündeki havuzu süsleyen efsanevi yaratıklar... Gelinlerin önünde resim çektirdikleri, ejderhaların ağzından sular fışkıran güzel bir havuz...
     
     
           Benim çok sevdiğim, sık sık gelerek içtiğim kahvenin pişirildiği yer de bu sahil şeridinin tam ortasında yer almakta. Kahveyi kumda tek kişilik cezvelerde pişirdikleri için çok lezzetli oluyor. İşleten hanım Türkçe konuştuğu için daha da çok seviyorum...
      Bu sefer kahvemi kendim pişireyim dedim...
    Ülkedeki en hoşuma giden noktalardan birisi de bir bakanı markette sizin arkanızda sıraya girmiş alışveriş yaparken, sahilde başka bir bakanı, yanında eşi çocuğunun pusetini sürerken görebiliyorsunuz. Aynı şekilde cumhurbaşkanı da yanındakilerle bahsettiğim kafeye gelerek kahvesini içebiliyor. Etrafta da abartılı bir koruma gücü görülmüyor. Küçük aşkım halkla birlikte kahve içmeye gelen ülkenin cumhurbaşkanın kucağında anneannesine poz veriyor...
     
     
    Daha önceki gelişimden farklı olarak şehre bu şekilde bir hamburgerci zinciri gelmiş...
      
     

     
    Yeni yılda bir parkın içine bu şekilde güzel bir ağaç hazırladılar...
     
     
    Şehirde başıboş gezen yabani atlar benim için çok ilginçti...
     
       
      Bu gün de şehrin girişinde bulunan tren istasyonuna yürüdüm...
     

           Haydi, biraz da pazaryerini gezelim...

    Şehrin her gün sabahtan öğlen saat 2’ye kadar kurulan bir yiyecek ve giysi pazarı var. Halk birçok ihtiyacını buradan temin ediyor. Yalnız fiyat olarak dükkanlardaki fiyatlardan hiç bir farkı yok.  Pazarın en büyük avantajı bizlerdeki marketler gibi tüm ihtiyaçların kolayca sağlanabilmesi olmakta. İkinci gidişimde biraz şehir dışında olmakla beraber alışveriş merkezi içinde bir market açılmıştı.



     Abhaz kadınları yasla ilgili olmadan siyah giyme alışkanlığına sahipler…





    Sebze türleri son derece az; kereviz ve pırasa yok denecek kadar az; havuç, patates, karalahana, turp bol; ıspanak, taze fasulye, ıspanak hemen hemen yok; biber, domates vb. Çoğunlukla dışarıdan geliyor. Yalnız mevsimi geçtiği için resmini koyamadım, ülkede bol miktarda çok güzel mandalina üretimi var.

    Yeşil salatayı yaprak yaprak demet haline getiriyorlar ve epey pahalı...

    Bu gelişimde ülkedeki taze balık türleri önceki gelişimden çok fazlaydı, bu nedenle daha çok balık yiyebildik. Hele balıkhanede Türkçe bilen birisini bulunca çok sevindik, sağ olsun bize çok yardımcı oldu.

     
     
     


    Bu da gelişimden yaklaşık bir ay kadar sonra açılan Türk market. Hem Türkçe bilen, hem de Türkiye’den gelen ürünler olunca çok sevindik.



           
     

    Dönüşüme bir ay kadar kala, ocak sonu falan gibi bir de Türkiye’deki gibi bir kasap açıldı. Daha önce sadece kıyma alabiliyorduk.

     
     
     Gene şehirdeki en hoş yeniliklerden birisi de pazarın yanında yapılan alışveriş merkezi...
     
     
     
    Abhazya'da çoğunlukla Türkiye'den gelen ürünler satılmakta. Bunda sanırım buraya Türkiye'den yerleşmek amacıyla gelen Türk vatandaşı Abhazların etkisi büyük...
     
    Genel olarak Pazar yeri ve dükkanlarda çalışanlar kadınlardı. Bunun en büyük nedenlerinden birisi de ne yazık ki erkeklerin savaşta şehit olmaları. Bu nedenle kadınlar büyük ölçüde acılı, üzgün, neşesizdiler. Savaş her zaman, her durumda kötü bir şey. İnsanlar neyi paylaşamaz, neden hoş görülü anlayışlı olamaz anlamam mümkün değil. Hepimizin gördüğü gibi dünyada tüm insanlar için bir yer var, çalışıyorlar, yaşayacaklar, sonuçta da hepimizin gideceği yer belli.  Cahillik ve bir noktadan sonra hırs çok kötü bir şey.
    Ülkede bu iki gidişim arasındaki gelişme gerçekten takdire şayandı. İnanıyorum ki son gidişimden bu yana da çok büyük yenilikler yapılmıştır. Ülke, asla kavga görmeyeceğiniz, trafik sorunu yaşamayacağınız, ruhunuzu dinlendireceğiniz, ekonomik bir gezi yapacağınız,  bence görülmesi gereken yerlerin başında gelir.